Ana içeriğe atla

Söyleşi


Sohbet (Söyleşi) Nedir?


Bir yazarın, herhangi bir konudaki düşüncelerini kar­şısındakiyle konuşuyormuş gibi anlattığı yazılara sohbet (söyleşi) denir. Gazete ve dergi yazısı olan söyleşi, günlük konuşma dili ile herkesin anlayabileceği bir üslupla yazılır. Bilimsel bir anlatımı yoktur. Yazar birtakım iç konuşma­lara yer verir. Sıcak bir üslup ve samimi bir dil kullanır.
Söyleşi anlamına gelen ve Arapça kökenli olan sohbet sözcüğünün “Dostça, arkadaşça konuşarak hoş bir vakit geçirme; konuşma, görüşme” gibi farklı anlamları vardır.
Sohbetler gazete ve dergilerde yayımlanan yazılardır. Bu tür yazılarda samimiyet esastır. Yazar, düşüncelerini muhakkak kabul ettirmek için okuyucularını zorlamaz. Yazar daha çok kendi kişisel düşüncelerini ileri sürer. Sohbetlerde küçük fıkralar ve anılar da malzeme olarak kullanılır.
 




Sohbet Türünün Özellikleri


  • Kompozisyon türü olarak sohbet, makale planıyla fakat daha samimi bir dille, karşılıklı konuşma havası içinde yazılan yazılardır.
  • Yazar, karşısında biri varmış gibi kaleme alır.
  • Servet-i Fünun döneminde bu türe “musahebe” adı verilir.
  • Konu sınırlaması yoktur.
  • Konu, öznel bir biçimde ele alınır.
  • Yazar, düşüncelerinin doğruluğunda ısrar edici olmaz. Konu kanıtlanmaya çalışılmaz.
  • Sorulu-cevaplı cümlelere yer verilir.
  • İçten ve samimi bir dil ile yazılır.
  • Küçük fıkra ve anılar malzeme olarak kullanılabilir.
  • Konu uzatılmaz, ayrıntıya girilmez.
  • Dil oldukça yalın ve sadedir.
  • Yeri geldikçe konu ile ilgili atasözü ve vecizelerden yararlanır.
  • Sohbet yazılarında açıklayıcı ve söyleşmeye bağlı anlatım türleri kullanılır.
  • Dil, göndergesel ve heyecana bağlı işlevlerde kullanılır.

Sohbet Türünün Tarihi Gelişimi

Sohbet ve deneme türü birbirine yakınlık gösteren türlerdir. Bu nedenle sohbet türünün tarihsel gelişimine bakarken denemenin tarihsel gelişimine de bakmak gerekir. Deneme 16. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmıştır. İlk olarak Fransa’da görülmüş ve ilk temsilcisi de Fransız yazar Montaigne’dir. Daha sonraki yıllarda Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da gelişim gösteren deneme türü, Türk edebiyatına 20. yüzyılın başlarında gelmiştir. Sohbet türü de bu yüzyılda görülmeye başlanmıştır.
Tanzimat Dönemi’nde gelişen gazetecilikle birlikte Türk edebiyatında sohbet yazıları da görülmeye başlanmıştır. Bu dönemde özellikle Ahmet Mithat’ın yazdığı bazı yazılar sohbet yazıları olarak değerlendirilebilir. Bu türün daha olgun eserleri ise Servetifünun ve Millî Edebiyat dönemlerinde verilmiştir. Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Cahit Yalçın, Tevfik Fikret, Mehmet Rauf, Cenap Şahabettin, Ahmet Rasim, Yakup Kadri, Yahya Kemal, Süleyman Nazif gibi isimler bu türde yazılar yazmışlardır. Cumhuriyet Dönemi ile birlikte daha kesin çizgilerle sınırları belirlenen bu tür gelişimini devam ettirmiştir. Nurullah Ataç, Şevket Rado, Suut Kemal Yetkin, Ahmet Kabaklı gibi isimler bu türün başarılı örneklerini vermiş yazarlardan bazılarıdır.
Türk edebiyatında sohbet türünde yazılmış bazı eserler:
  • Ahmet Rasim – Ramazan Sohbetleri
  • Suut Kemal Yetkin – Edebiyat Söyleşileri
  • Şevket Rado – Eşref Saat, Aile Sohbetleri, Ümit Dünyası
  • Melih Cevdet Anday – Dilimiz Üstüne Söyleşiler
  • Nurullah Ataç – Karalama Defteri, Söyleşiler
  • Ahmet Kabaklı – Sohbetler
  • Falih Rıfkı Atay – Pazar Konuşmaları
  • Yahya Kemal Beyatlı – Tarih Musahabeleri
  • İsmet Özel – Faydasız Yazılar, Çenebazlık

Sohbet ile Makale Arasındaki Farklar

Sohbet, makaleden üslûp yönüyle ayrılır. Çoğunlukla günlük konuların işlendiği sohbet yazılarında senli benli bir anlatım yolu seçilir; hatıralardan, halk fıkralarından, nüktelerden, özlü sözlerden yararlanılır.
Makalede ele alınan konu kanıtlama amacı güdülerek işlenir. Sohbette; konu veya tez, savunma amacı güdülmeden ve karşılıklı konuşma havası içinde, sıcak bir dille yazılır.
 

Sohbet Örnekleri



Sevinç Arkasından - Nurullah Ataç

Canım insanoğlu! Büyüktedir gözü hep, elindekiyle yetinmez, çevresini boyuna genişletmek ister. Gözünün gördüğü, kulağının işittiği bir şey olsun da ne olduğunu anlamasın, bir türlü katlanamaz. Uğraşır, didinir, öğrenmek için bütün gücünü esirgemez, pek yorulup bitkin düşünce de gene “yenildim” demez, bir yalan uydurup ona inanır. İnsanoğlunun mutluluk arkasından koştuğunu sanırlar: oysa ki asıl ereği sevinç, şu feylezofların söylediği, “bilme”den doğan sevinçtir. Pascal: “Evren kişiyi ezse de, kişi evrenden uludur; ezildiğini, evrenin üstünlüğünü bilir, evren ise bilmez.” diyor. Kişilerin en ürkeğine, canını en sevenine bakın, en yılınç, en öldürücü doğruları öğrenmek dileğini onda bile bulursunuz.
Beş buçuk yıl süren bir savaştan daha yeni çıkıyoruz; ama insanoğlu bugünkü acı durumundan kurtulmak yolunu aramakla kalmıyor, türlü zorluklar içinde gene düşler kuruyor: aya gidecek, yıldızlarda bizim gibi kişiler var mı, yok mu anlayıp, varsa onlarla haberleşecekmiş… Yeryüzündeki bütün kişiler şimdi bunlarla uğraşıyor demiyorum; ama en bilginleri, en usluları (akıllıları) arasında kendilerini o işe bağlayanlar çıkıyor. Canım insanoğlu! Kırış günlerinde, açlık günlerinde bile düşlerin! unutmuyor, bilgisini arttırmaya, düşünce alanını büyütmeye çalışıyor.
Aya gideceğiz, yıldızlarda bizim gibi kişiler varsa onlarla tanışacağız, konuşacağız da ne olacak?.. Bunu sormak doğru değildir: insanoğlu bilginin neye yarayacağını düşünmeden bilmek ister. Aya gitmek, yıldızlardaki kişilerle tanışmak, başımıza büyük dertler de açabilir; olsun, bilgi uğrunda rahatımızı, mutluluğumuzu esirgeyecek miyiz? Böyle düşler arkasında -koşacağımıza, biz oturalım da şu toprağımızı bezemeye bakalım mı diyeceksiniz? Ah, ne iyi olur! Ama ne yapalım ki öyle demek, bir yorgunluk gösterir; yarın ise, yorgun kimselerin değil, rahatlarına kıyabilenlerindir.

Yorumlar